Dönüşüm Muhteşem Olacak

Dönüşüm; yeni hali oluşturmak, yaratmak…

Değişmek; mevcudu iyileştirmek, geliştirmek…

Bazı inanç sistemlerinde dönüşüm reenkarnasyon anlamına gelmekte ve doğum=> ölüm => yeniden doğum üçgeni ile ifade edilmektedir.

Buradaki üçleme, doğum/ölüm/yeniden doğum birçok uygarlık tarafından Üçlü Sarmal ya da Triskele figürleriyle bilinen, doğuda ve batıda sadece adı değişerek ama anlamı aynı kalarak kullanılan, M.Ö. 3000’li yıllara dayanan semboldür. Merkezden yayılan sarmal, üç kol şeklinde sembolize edilmiştir, yunancada kelime anlamı, triskelos/üç bacaklı olarak geçer.

Farklı sarmallardan geçerek dönüşmek ve yenilenmek… Dönüşüm, bir yanıyla öteki dünyaya gidenin geri gelmesi anlamını taşıyor olsa da, biz bu içerikte yenilenme manası üzerine yoğunlaşacağız. Hoş, öteki tarafa gidip geri gelen birisi de dönüşünde yenilenmiş oluyor özünde, fakat biz ölmeden dönüşümün önemi nedir oraya bakacağız.

Değişmek. Ayak uydurduğumuz bir düzenin değişmesi. Yılın bitmesi, yeni bir yılın başlaması. Bu yüzden insanlık tarihinde her yılın bitişi ve başlangıcı farklı ritüellerle, hem tedirgin hem coşkuyla  karşılanır. Değişimin yarattığı o tekinsiz duygu. İçinde bulunduğumuz düzen bize iyi gelmiyor olsa bile bizi en çok korkutan etkenler arasında değişmek varmış. En çok korkutan etkenler arasında değişmek.

Biz, insanlar değişimden, değişmekten korkuyoruz. Psikoloji bilimindeki tanımı ile: Neofobi. Çevresindeki yeniliklerden ve gelişmelerden aşırı derecede korkma hali.

Özellikle günümüz teknoloji çağında insanların gelişmelere ayak uydurmakta zorlanmalarının neofobiyi artırdığı düşünülüyor. Hatta ve hatta neofobisi olan kişilerin obsesyona eğilimli ve bu kişilerin oldukça kontrolcü bireyler olduğu da söyleniyor.

Peki değişim gerçekten korkunç bir şey mi? Dönüşümün hangi yöne olduğu önemli tabi. İyi bir şey için dönüşüyorsak bundan neden korkalım?

Her günü, günümüzü aydınlatan güneşin içerisinde saniyede milyarlarca ton hidrojen helyuma dönüşüyor, ama günümüzde ne olursa olsun hiçbir şey büyük patlama anındaki kadar korkunç değil, öyle değil mi? O dönüşümün sonrasında, milyarlarca yıl süren dönüşüm sonucu ben bugün bu ekranın karşısındayım öyle değil mi?

Şuan bu anlatımı sizlere ulaştırmamı sağlayan kamera, buluşmamızı sağlayan bu göz, bu üçüncü bakış da, birçok parçanın dönüşümü sonrasındaki bir araya gelişler ile var oldu.


İnsanın belki de her gün tükettiği ekmek… Milyarlarca yıllık bir dönüşüm sonrası toprağa düşen buğdayın yağmur damlalarıyla buluşması ve hidrojenini helyuma dönüştüren güneşin o eşsiz ışıklarıyla filizlenmesi, çiftçinin buğdayları hasat etmesi, buğdayın işlenmesi, un haline gelişi, bir ekmeğe dönüşmesi, ateşten, fırından çıkıp soframıza gelişi. Kaç kere dönüştü, yenilendi. Ve sıcacık bir ekmek olup nasıl da lezzetlendi.

Evet, her şey dönüşür. Bu odayı aydınlatan lamba bile işlevini tamamladığında onu oluşturan cam ve demir ayrışır, parçalar özüne döner ve yeni hikâyesine doğru yol alır.

Korktuğumuz, harekete geçmemize engel olan şeyler bir sonraki hikâyemizin var olmasına engel olan duvarlardır. Nereden çıktı önüme bu duvar, neden yoluma hep engeller, duvarlar çıkıyor… Kaç kez böyle söylendik, dertlendik? Oysa cevabı biliyoruz; duvar, engel korkularımız.

Değişmekten korktuğumuz gerçeği kadar, değişimin bizleri strese soktuğu, kaygılandırdığı aşikâr. Çünkü korkunun özünde bilmemek var, insan bilmediği her şeyden korkar. Korktukça daha da kaygılanır, kaygı büyüdükçe korku daha da artar, bu tuhaf döngü birbirini böyle böyle büyütür.

Kaygı/stres konusunu başka içeriklerde ele alacak olsakta, yenilenme, değişim korkusundan bahsederken bir parça buraya değinmekte fayda var. İnsan benliği beklemediği, bilmediği bir durumla karşı karşıya geldiği anda kaygılanmaya başlar. Burada bir parça bilgi ve düzen isteği güven duygusunu tazeler. Örneğin planlanmış bir dönüşüm, yolculuk sürecinde oluşabilecek durumları bilmek, hem korkularımızı, hem de değişim anındaki kaygımızı azaltır. Kontrolümüzün dışında kalan şeyleri bilsek de bir parça nereye nasıl basacağımızı bilmek isteriz yola çıkarken. Bu ne kadar doğalsa, değişimin engellenemez oluşu da o kadar doğaldır.

Değişim engellenemez bir durumdur, çünkü her nesil öncekinden farklı şeyler bekler yaşamdan. Sürekli değişiriz, çevremizdeki objeler gibi. Ancak kendi gemimize kaptanlık ederken neye dönüşeceğimizi biz seçeriz. Toplum ve zaman değişirken, birçok şey dönüşüp ilerlerken biz geride kalan olursak kendimizi bir harabeye dönmüş halde buluruz.

Sık yapılan bir örnekleme ile; yaşadığımız çağın gelişmişlik seviyesini gösteren bir ürünü, bilgisayar, geçmişe, ateşin dahi bulunmadığı bir geçmişin içine düşse, oradaki insanlar onunla ne yapacaklarını bilebilir miydi? Belki ne olduğunu bilmedikleri bu nesneden korkar, hemen yok etmek isterlerdi.

Peki durumu tam tersine çevirirsek, yani o çağdaki, geçmiş zamanlardaki bir bilinci bu zamana getirirsek ne olur?

Bir tırtılın kelebeğe dönüşümündeki hikayede gizlidir yaşam. Ancak kanatlanıp uçmadan, yenilenmeden önce kozasına girmelidir.

Hayata böyle baktığımızda, insanoğlunun en büyük korkusu olarak görülen ölüm bile insanın kelebek olup uçmadan kozasına çekildiği bir süreç sadece.

Unutmayalım ki insan varoluşunun fıtratındaki en stresli, kaygıların en yoğun yaşandığı an, bir annenin bebeğini dünyaya getirmeye çalıştığı o an. O an. Doğurmak. Yenilenmek.

Dünyamızın en yeni üyesinin kozasından çıkarak gözlerini açtığı o an. Doğmak. Yeniden. Yenilenmek için.

"İçeriği Nasıl Buldun? Hemen Bir İfade Bırak!"